TANRI ÜZERİNE

Doğa ruhlarına inandığımız Şamanist çağlarda veya tanrılara inandığımız paganist çağlarda ne güzel doğayla baş başa, iç içe; o bize ne verdiyse biz ondan ne aldıysak yaşayıp gidiyorduk. Çünkü biliyorduk ki o ağacın içinde bir ruh vardı, o çiçekte o hayvanda bir can vardı. Kaya bile doğa ananın bir parçasıydı. Doğadaki her şeyin farklı bir tanrısı vardı; nehirlerin, ağaçların, toprağın, yağmurun, karın, gök gürültüsünün vs. Böyle olunca onlara zarar vermek tanrılara, evrensel ruha/cana zarar vermek anlamına geliyordu. Aklı ermediğinde bu fikre korkuyla yaklaşan insan, aklı ermeye başladığında da sevgiyle yaklaştı bu fikre. Sonra ne olduysa onca tanrının gücü “bir”e indirgendi ve yeryüzünden koparılan tanrı gökyüzüne yerleştirilerek dünyadan ve insandan uzaklaştırıldı. Konuştuğu evrenin/doğanın dilini bırakıp kimsenin anlamadığı diller konuşmaya başladı. Ne olduysa ondan sonra oldu işte; cansız, ruhsuz, tanrısız kalan doğayı yok etmeye başladı insanoğlu. Onun verdikleriyle yetinmeyip, onu sömürmeye başladı ve bu doğayı yavaş yavaş kuruttu, zarar verdi ona. Bir zamanlar doğaya ait olduğunu unutan insanoğlu, onu kendisine ait zannetmeye başladı. Bir yandan doğayı sömürürken, bir yandan da kendisini ondan soyutlayarak, medeniyet dediği beton ve çelikten yüksek duvarlar arasına hapsetti kendisini. Toprak Ana'sından uzaklaştı, öyle ki sadece saksılarda ve caddelerin refüjlerinde görür oldu onu. İçindeki tanrıyı inkar edip, yedi kat gökyüzüne yerleştirdiği asla görmediği, duymadığı, hissetmediği yeni tanrısına dua etti ellerini gökyüzüne kaldırıp. Oysa daha öncesinde inandığı tanrılarını tanımak için bir kitaba ihtiyaç duymamıştı; onun bağrında ve onunla birlikte yaşamıştı hayatı...

İşte böyle başladı insanoğlunun varlığının sonu, var olan tanrıları yok edip kendi tanrısını yarattığında… 

Yorumlar

Popüler Yayınlar