ÖZGÜRLÜKÇÜ LİLİTH'TEN KÖLE HAVVA'YA

Erkeğin kadın üzerinde çeşitli şekillerde hakimiyet kurmaya çalışması süreç olarak, insanlığın doğa üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmasıyla yaşıttır. Çünkü anaerkilliği kutsayan ve gücünü doğadan alan Ana Tanrıça'nın yaşamdaki temsilcisidir kadın. Önceleri Ana Tanrıça sayesinde doğayla uyum içinde yaşayan insanoğlu, (bir erkek tanrının hakim olduğu çok tanrılı pantheonlarla başlayan) tek tanrılı dinlerle beraber Ana Tanrıça'nın karşısına feodalizmi ve ataerkilliği kutsayan bir (baba) tanrı çıkarmıştır. Varlığı hakimiyete, güce ve şiddete dayanan bu tanrı karşısında varlığını uyum ve hoşgörüden alan Ana Tanrıça'nın kaybetmesi, varlığının kanıtı olan doğanın ve kadının erkek tarafından hakimiyet altına alınması kaçınılmazdı...
 
Bu süreçte  kadına, Adem'in kaburga kemiğinden yaratıldığı masalıyla erkekten geldiği ve dolayısıyla erkeğe tabii olduğu öğretilerek "erkek egemen" yeni toplum düzeninde Amazonlar gibi başkaldırması engellenmiştir. Ancak Havva, Adem'in ikinci karısıdır ve ondan önce Adem'le aynı anda yaratılan ve dolayısıyla onunla eşit olan bir kadın daha vardır, ki o da Lilith'tir. Lilith, Adem ile aynı zamanda ve aynı anda yaratıldığından Âdemin kendisine eşit olduğu görüşündedir. Adem'le birlikte olmayı şiddetle reddeder. Adem ısrar ettiğinde ise büyü ile kaçar ve onu terk eder. Adem ile Havva'nın sınırlı hayat ile lanetlenmeden önce, cenneti terk ettiğinden ölümsüzdür. Lilith' den sonra Tanrı, ismi bilinmeyen bir başka eş daha yaratır ve Adem'de bu yaratılışı seyreder. Gördüklerinden çok etkilenir, yeni eşi kabul etmez. Üçüncü olarak, Tanrı daha sonra Adem'i uyutur ve kaburga kemiğinden Havva'yı yaratır. Havva sonuçta erkeğinin bir parçasından yaratıldığından ona tabi olur; onun bir parçası olarak görülür ve hem kişisel hem de toplumsal davranışlarında da bu tabiiliğe uyması istenir. Bu da ataerkil tek tanrının sözde "gökten indirdiği" dinlerin söylemleriyle sağlanır. Hatta Havva ve Lilith arasındaki kesin fark tasvirlerinde daha açık olarak görülür. Lilith bir dişi şeytana dönüştürülerek, kanatlı, kuş pençeli, çirkin bir kadın şeklinde tasvir edilir; havva ise tüm güzelliğini sergileyen bir kadın olarak. Tabii güzelliğini sergilediği kişi de erkek, Adem'dir. Yani Lilith tasvirlerinde reddedilişin bütün belirtilerini taşır. Bu anlamda hiçbir göksel dinin ne geçmişte ne de bugün bir diğerinden farkı yoktur. Bu konuda Ortaçağ ve öncesi Avrupa'sının kadın'a dair görüşleri şu şekildedir:

Tertullianus (Augustinus)'a göre, kadınlar "şeytanın giriş kapısı" (janua diaboli) idi ve Augustinus, hem evlilik dışı hem de evlilikteki cinsel ilişkiyi günah ilan etmişti.

Hieronymus'a göre selamet isteyen erkeklerin kendilerini kadınlardan, selamet isteyen kadınların da kendilerini kendilerinden korumaları gerekiyordu.

Tertullianus ve Chrysostomos, "Kadın nedir?" diye sormuşlar, yanıt olarak da bir dizi ahlaksızlık sıralamışlardı: "dostluğun düşmanı, zaruri musibet, baştan çıkmanın ta kendisi, evin tehdidi, eğlenceli felaket, kötülüğün doğası vs.".

Yukarıdaki kadın hakkındaki Ortaçağ görüşlerini, elbette Avrupa'da Rönesans'la birlikte bu durum giderek düzelmeye başlamıştır, ki bu da giderek Hıristiyanlığın bir din olarak katı hakimiyetinin azalmaya başlamasından kaynaklanmaktadır. Ama bu görüşlerin hala dile getirildiği, savunulduğu bir coğrafya var dünya üzerinde o da, Türkiye dahil, İslamiyet'in hakim olduğu coğrafyalardır. Tabii Avrupa'da kadın hakkındaki bu görüşler, İncili Latince dışında (ki İncilin orjinali Yunancadır) başka bir dilden okumanın yasak/günah sayıldığı Ortaçağ ve öncesinde yaygındır. Elbette bu, kutsal kitapların kendi dilinden okunması gerektiği düşüncesi de Müslüman coğrafyalarda oldukça yaygındır; Arapça söylenen, ama anlamını bilmediği herhangi bir şeye amin diyecek çok insan bulabiliriz buralarda. 


Elbette Türkiye'de de, İslami düşüncenin iktidara taşınmasıyla birlikte devletin en ileri gelenlerinin ağzından veya "din ulemasından" "Hamile kadın evinde oturmalıdır.", "kadın börek yapmasını bilmiyorsa o aile dağılır", "Çalışan her kadın fuhuşa hazırlık sürecine destek olur" şeklinde sözler sarf edilmeye başlandığını daha yoğun olarak duymaya başladık. Elbette bu açıklamaları yapan Müslüman zihniyetlerin de yukarıdaki ortaçağ Hıristiyan zihniyetini yansıttıkları açıktır. Ve "kadın"a verilen değer açısından Avrupa'dan 600 yıl geride olduğumuzun da kanıtıdır bu...


Yine son dönemde sıkça duymaya başladığımız "Aile içi şiddet" tanımlaması da yanlıştır. Çünkü sadece ve daima bir erkeğin bir kadına uyguladığı şiddet vardır. "Aile içi şiddet" tamamen bir erkek egemen toplum söylemidir. Aslında yaşanan şiddetin aile içi, yani karı-koca arasındaki bir durum olup, Türk toplumunda kabul gören bir tanımlama olarak "karı-koca arasına girilmeyeceğini" ve koca tarafından karısına uygulanan bu ailesel şiddetin meşru olduğunu vurgulamaktadır... Mahkemelerin bu konularda verdiği caydırıcı olmayan ceza ve kararlar da bunun ispatıdır.

Böylece yeni feodal toplumda özgürlükçü, isyankar Lilith, kötü bir figüre dönüştürülerek arka plana itilir ve unutturulur... Bugün tüm toplumlardaki kadına şiddetin kaynağı, kadının erkeğe bu baş eğdirilmişliğidir...

Yorumlar

Popüler Yayınlar